1 Mart 2008 Cumartesi

yüreğimi sızlatıyorsun...

sen... yüreğimi sızlatıyorsun...
dün her zamankinden daha bir uzak gibi geldin... nedenini, seval'le geçirdiğin o güne bağladım, kıskandım ve bozuldum... düşündüm de ikimiz arasında karar vermeye çalışıyordun sanki... ve kararsızlık bitti sanırım... ama benden vazgeçmekte istemiyorsun en azından arkadaş olarak, ondandı burnuma dokundurduğun sevecen, neyin var anlamlı parmak dokunuşu...
güne güzel başlayacağıma söz vermiştim ama moral bozukluğumu gizleyemedi dudaklarım... erkenden eve gittim, izlemeyi bir aydır ertelediğim "Schindler'in Listesi" adlı filmin ilk cdsini koydum dvdye, üç cd, üç saat geçti, bitti...
sonra düşündüm, gerçekten moral bozukluğumun sebebi bu mu yoksa bu hafta sonu çum'un istanbul'a şim'i ziyarete gidecek olmasından dolayı kendimi unutulmuş hissetmem ve onları kaybetme korkusu yaşamam mı, ki onlar beni gerçekten tanıyan ender insanlar... çum'a bir daha ki haftasonu ona iade-i ziyarete geleceğimi söylediğimde, armağan ve gizem'in de gelmek için o haftayı seçmelerini öğrenmem ve içimdeki kıskançlık damarının yüzüme vurmasının da biraz etkisi olabilir... gerçekten onların beni unutup sıradan bi arkadaş gibi hatırlamalarından çok korkuyorum, onları kaybettiğimi düşünmek bende garip duygulara neden oluyor... akşam onlara yaptığım çağrılara karşılık olarak beni aramaları, birden kendimi onların arasında istanbul'da ismini anlayamadığım cafenin masalarından birinde oturuyormuş gibi hissetmem, bu garip duygunun silikleşmesine yol açtı... özellikle şim'in "aldım haberlerini, insan önce bursa'ya mı gider istanbul varken" demesi, çok rahatlattı içimi...
gezgin'in sadece kendimi iyi hissetmek için hazırladığım bir kılıf oldoğunu söylemek isteyip ama o zaman ona haksızlık ettiğimi düşündüğüm, eksiklerimi kapattığım bir his sadece...

Hiç yorum yok: